1. Haberler
  2. Ekonomi
  3. Iran’ın Suriye Stratejisi: Yeni Dönemde Belirsizlik

Iran’ın Suriye Stratejisi: Yeni Dönemde Belirsizlik

featured
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

Milli İstihbarat Akademisi Başkan Yardımcısı Dr. Hakkı Uygur, Baas rejiminin devrilmesinin ardından İran’ın Suriye’ye yönelik politikalarını AA Analiz için ele aldı.

***

1979’dan bu yana İran İslam Cumhuriyeti’nin Suriye’ye dair politikalarının, ideolojik ve jeopolitik temellerle şekillendiği söylenebilir. İki ülkenin ilişkilerinin başlangıcından itibaren, karşıt ideolojilerin etkisiyle sorunlu bir seyir izlediği, özellikle 1980’li yılların başlarında bu gerilimlerin belirgin hale geldiği gözlemlenmiştir. Sosyalist ve seküler Arap milliyetçiliğinin temsilcisi olan Baas rejimi ile, İslam Devrimi’ni ihraç etme iddiasındaki İran arasındaki jeopolitik çatışma, sonraki 40 yıl boyunca süreçleri etkilemiştir. Arap Baharı’nın Suriye’ye ulaşmasıyla birlikte, İran devrimcilere karşı sert bir tutum sergilemiş ve iç savaş süresince Baas rejimine çeşitli destekler sağlamıştır. Ancak, Rusya’nın desteğiyle halk desteği bulunmayan bu rejim, nihayetinde 8 Aralık 2024 tarihinde muhaliflerin askeri operasyonu sonucunda devrildi.

-İRAN’IN SURİYE’DEKİ STRATEJİSİ NEDİR?

Ülkeden kaçan Beşşar Esed’in ardından, İran yaklaşık üç ay süresince Suriye’deki devrimci güçlere en sert tepki gösteren ülkelerden biri olmuştur. Lider Ayetullah Ali Hamaney başta olmak üzere, İranlı yetkililer devrimle birlikte Batılı güçlerin bir komplonun var olduğu iddiasını öne sürerek, Baas rejiminin yeniden iktidarı ele geçireceğini veya ülkenin kanlı bir savaşa sürükleneceğini belirttiler. Ülkedeki farklı cenahlar, son silahlı saldırılardan dolayı memnuniyetlerini açıkça ifade ederken, rejime yakın kaynaklar ve yarı resmi trol ordusu bu olayların ardından dezenformasyon ve propaganda faaliyetlerine girişti. Güvenlik güçlerine karşı terör saldırıları başladığında “geri geldik” söylemi öne çıkarken, ayaklanmacıların püskürtülmesi sonrasında “sivil katliamı” iddiaları gündeme geldi.

İranlı yetkililerin Suriye’ye dair açıklamalarında farklı alt mesajlar bulunuyor. Özellikle, İsrail’in Suriye üzerindeki toprak bütünlüğüne yönelik provokasyonları ve işgal eylemlerinin artışı, İran’ın yeni liderliğe yönelik ifadelerinin çeşitlenmesine yol açmış durumda. İran dış politikasının gözde isimlerinden Ali Ekber Velayeti, “Suriye’den talep gelirse yardıma hazırız” açıklamasıyla bu durumu netleştirmiştir. Gerçekten de, Arap ve komşu ülkelerin yanı sıra Avrupa ve Rusya’dan temkinli bir kabul gören yeni yönetime yönelik en büyük tehdit, İsrail ve onu müttefik olarak gören Suriyeli silahlı gruplardır. Şara’nın liderliğindeki yeni yönetim, şu ana kadar İsrail’in saldırganlığına karşı soğukkanlı bir duruş sergileyerek, doğrudan bir çatışmadan kaçınmaktadır. Ancak bu tavrın ne kadar süreceği büyük bir belirsizlik taşımaktadır. İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’nun, kendisi için tehdit oluşturmayan yeni Suriye yönetimine yönelik saldırgan tutumu, devrimci yönetimin farklı stratejilere yönelmesine sebep olabilir. Bu durum, Şam’ın aynı zamanda Hizbullah ve Tahran gibi aktörlerle ilişkilerini etkileyebilir ve 1980’lerin Afganistan’ını anımsatacak gelişmelere yol açabilir.

-TAHRAN’IN DIŞ POLİTİKAYA YENİ BİR YÖN VERME ARAYIŞI

Diğer yandan, Suriye’deki son gelişmeleri Ankara’nın sorumluluğuna atan İran, Türkiye’ye dair eleştirilerini de arttırmış durumda. Ekim ayında Başkent Farsça ile ilgili ifadeleri nedeniyle Başkent Genel Müdürü Mehmet Zahid Sobacı’ya tepki gösteren Tahran, Türkiye’nin Tahran Büyükelçisini Dışişleri Bakanlığına çağırarak açıklama talep etti. Türkiye Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın El Cezire’ye verdiği röportaj sonrası İranlı yöneticilerin tepkisi abartılı bir düzeyde olmuş ve Türkiye yanıt vermekten kaçınmamıştır. Türk Dışişleri Bakanlığı sözcüsü, İran’ın iç politikada uluslararası gelişmeleri kullanmasının doğru olmadığını vurgulayan bir açıklama yaptı. İran’ın son dönemlerde uygulamaya başladığı maksimum baskı politikasının iç politikadaki etkileri görülebilir. Özellikle Cumhurbaşkanı Mesud Pezişkiyan’ın Hamaney’in talimatı doğrultusunda ABD ile müzakere yapılmayacağı yönündeki açıklaması ve Cumhurbaşkanı Yardımcısı Cevad Zarif gibi tartışmalı bir ismin istifası, İran’ın iç sorunlarından kaçınmak amacıyla dikkatleri dışarıya çekme çabasında olduğunu göstermektedir. Bu bağlamda, İran Dışişleri Bakanı Abbas Erakçi’nin Türkiye’yi suçlayan açıklamaları, yerel Fars milliyetçi gruplara hitap etmek amacıyla yapılmış olabilir.

-PKK İLE İLİŞKİLERİN DEĞİŞİMİ

İran’ın Türkiye’ye yönelik sertleşen tutumunun, terör örgütü PKK ile ilişkilerini nasıl etkileyeceği de kritik bir konu. İran’daki bazı grupların, PKK elebaşı Abdullah Öcalan’ın silahsızlanma açıklamasından duyduğu rahatsızlık dikkat çekici. Tahran’ın son 40 yıl boyunca PKK ile ilişkilerini sürdürme çabası, kriz dönemlerinde terör örgütüne destek sağlama eğilimlerinin bulunduğunu ortaya koyuyor. Güney Kafkasya’daki gelişmelerin ardından, Suriye ve Lübnan’daki kayıplarını Ankara’ya atfeden Tahran’ın, gelecekte PKK’nın silahsızlanma sürecine etki etme veya yeni imkânlar yaratma olasılığı mevcut. Ancak, önümüzdeki aylarda ABD’nin İran üzerindeki baskıyı arttırması, Tahran’ın Ankara ile ilişkilerinde ihtiyatlı davranması gerektiğini düşündürüyor.

-LAZKİYE’DE YAŞANANLARIN ANLAMINASI

Son olarak, 6 Mart gecesi Lazkiye kırsalında çıkan çatışmalar, daha önce açıklanan arka plan çerçevesinde değerlendirilmelidir. İran’ın tehdit ettiği eylemler ve eski rejim yanlılarının Suriye güvenlik güçlerine karşı saldırıları önemli olsa da, stratejik sonuçlar doğurmaktan uzaktadır. Suriye halkının Baas rejimine dair kalıntılarını besleyen bir sempati duymaması, İsrail dışındaki ülkelerin yeni yönetime yönelik ılımlı tavırlarını sürdürmesi ve lider kadrolarını yitirmiş Hizbullah’ın müdahale kapasitesinin düşmesi gibi faktörler göz önüne alındığında, İran’ın bu tutumunun Şara yönetimine karşı varoluşsal bir tehdit oluşturma amacında olmadığı, daha çok “kendini hatırlatma” motivasyonuna dayandığı düşünülmektedir. Taliban’ın Kabil’i almasının ardından, benzeri söylemlerle Kuzey Direnişi’ni kuracağını iddia eden İranlıların, zamanla Taliban yönetimiyle ortak zemin bulmaları gibi olaylar yaşanmıştır fakat bu süreçte iki taraftan da asker kayıplarının yaşandığı sınır çatışmaları kaçınılmaz olmuştur.

Gelecek ile ilgili net çıkarımlarda bulunmak zor olsa da, İran’ın Suriye ve Lübnan’ı ikinci plana atarak Irak ve iç güvenliğine odaklanması gerekecektir. Trump’ın İran’ı belirli konularda tehdit eden mektubu, Tahran’ın kısıtlı imkanlarını dikkatli bir şekilde kullanmasının ve bölgesel istikrarı tehdit eden eylemlerden kaçınmasının önemini ortaya koymaktadır.

[Dr. Hakkı Uygur, Milli İstihbarat Akademisi Başkan Yardımcısıdır.]

* Makalelerdeki fikirler yazara aittir ve Anadolu Ajansının editoryal politikasını yansıtmayabilir.

Iran’ın Suriye Stratejisi: Yeni Dönemde Belirsizlik
Yorum Yap
Bizi Takip Edin