1. Haberler
  2. Gündem
  3. Doğurganlık Oranı Dünyada Düşmeye Devam Ediyor

Doğurganlık Oranı Dünyada Düşmeye Devam Ediyor

featured
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

Birleşmiş Milletler (BM) raporlarına dayanarak, küresel doğurganlık oranı 1950 yılında 4,7 iken, bu değer 1990’da 3,31’e ve 2024’te ise kadın başına 2,25’e düşmüştür. Öngörüler, 2040’ların sonuna gelindiğinde bu oranın 2,1’e ineceği yönündedir.

Nüfusun sürdürülebilirliği için gerekli doğurganlık oranı, kadın başına 2,1 çocuk olarak belirlenmiştir. Küresel ölçekte incelendiğinde, birçok ülke ve bölgenin bu kritik eşik olan 2,1’in altında kaldığı gözlemlenmektedir. Ekonomik olarak daha gelişmiş ülkeler, daha az gelişmiş olanlara göre genellikle daha düşük doğurganlık oranlarına sahiptir. Ayrıca, Çin, İtalya, Güney Kore ve İspanya gibi ülkelerde, kadın başına kaydedilen doğum sayısının 1,4’ten az olduğu “ultra düşük” doğurganlık sorunuyla karşı karşıya olduğu belirtiliyor. Bu durum, yalnızca gelişmiş ülkelerle sınırlı kalmayıp, gelişmekte olan ülkelerde de benzer bir eğilimi göstermektedir.

– DÜNYA NEDEN DOĞURGANLIĞI AZALIYOR?

Bu sorunun net bir yanıtı yoktur. Nüfus dinamiklerini inceleyen araştırmalarda genellikle üç ana unsur öne çıkmaktadır: çocukluk döneminde daha düşük ölüm oranları, doğum kontrol yöntemlerine erişim zorluğu ve eğitim alan kadın sayısındaki artışla birlikte kariyer önceliği.

Doğurganlık oranlarının azalmasında siyasi, ekonomik ve toplumsal değişimleri göz önünde bulundurmak gerekmektedir. Sosyolojik ve tarihsel bir bakış açısıyla, İkinci Dünya Savaşı sonrası yaşanan siyasi dalgalanmalar, küresel ve bölgesel gerilimler, kentli ve eğitimli grupların çocuk sahibi olma hususundaki tutumlarını değiştirmiştir. 2005 yılından bu yana dünya genelinde kurumsal güvenlikte azalmalar yaşanmaktadır. Şehirleşme politikalarının teşvik edilmesi, kentsel nüfus artışına ve buna bağlı olarak konut, sağlık ve eğitim gibi kaynaklara erişimde zorluklar yaratmaktadır. Bu zorluklar ise yoksulluk, güvencesiz çalışma koşulları ve esnek istihdam problemleri olarak sıralanabilir.

Gelişmiş ülkelerde, 1950’li yıllardan itibaren gündelik yaşamda, sanat ve kültür alanlarında hakim olan tüketim kültürü değişimleri beraberinde getirmiştir. Tüketici kültürü çerçevesinde evlilik, aile kurma ve çocuk sahibi olma kavramları yeniden şekillenmektedir. 2000’li yıllarla birlikte iletişim teknolojilerindeki hızlı değişim ve yeni medya, bu anlamların daha da dönüşmesine yol açmaktadır.

– TÜRKİYE’DE DOĞUM ORANLARI DÜŞÜYOR

Global eğilimlerle paralel şekilde Türkiye’deki doğurganlık oranları da düşmektedir. 2023 verilerine göre Türkiye’de toplam doğurganlık hızı 1,51 çocuk olarak belirlenmiş, bu rakam 27 Avrupa Birliği (AB) üyesi ülke ortalamasının (1,54) altında kalmıştır. 2001’de 2,38 olan toplam doğurganlık hızı, 2023 yılı itibarıyla 1,51’e gerilemiştir. Yaş grupları incelendiğinde, 2001’de en yüksek doğurganlık oranı 20-24 yaş grubunda iken, 2023’te bu oran 25-29 yaş grubunda gerçekleşmiştir. Bu da doğumların giderek daha ileri yaşlarda gerçekleştiğini göstermektedir.

2023 yılı verilerine göre Türkiye’nin çocuk nüfus oranı yüzde 26 ile dünya ortalamasının (yüzde 29,8) altında, ancak AB üyesi ülkelerden (ortalama yüzde 17,8) daha yüksektir. Genç nüfus oranı ise yüzde 15,1 ile dünya rakamlarının (yüzde 15,5) biraz altında, ancak 27 AB üyesi ülke ortalamasından (yüzde 10,7) daha yüksektir. Türkiye’nin genç nüfusu, benzer demografik değişim yaşayan diğer ülkelerle karşılaştırıldığında hala önemli bir yere sahiptir. Ancak doğurganlık oranlarındaki azalma ve ilk çocuk sahibi olma yaşındaki artış, orta vadede bu avantajın kaybolabileceğini göstermektedir. BM tahminlerine göre, 2025-2054 yılları arasında en yüksek nüfus büyüklüğüne ulaştıktan sonra hızlı bir düşüş yaşanması muhtemel ülkeler arasında Türkiye de yer almaktadır.

Doğurganlık ve ölüm oranlarındaki azalma, nüfusun yaşlanmasını beraberinde getirmektedir. Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) 2023 verilerine göre, Türkiye’de 65 yaş üstü nüfus oranı yüzde 10,2’dir. Bu durum, Türkiye’deki nüfusun yaşlanmakta olduğunun bir göstergesidir. Projeksiyonlar, Türkiye’nin 2080’de toplumunun dörtte birinin yaşlılardan oluşan Almanya ve Japonya gibi ülkelerle benzer bir yaş yapısına sahip olacağını öngörmektedir. Ancak, Türkiye’nin nüfusunun hızlı bir şekilde yaşlanması, söz konusu ülkelerin daha uzun bir süre içinde bu sürece geçiş yapması nedeniyle, politikalar açısından hazırlıksız olmasına neden olabilir. Bu ülkeler, süreci daha iyi yönetme kapasitesine sahip olup, Türkiye’nin sağlık, sosyal ve ekonomik alanlarda daha fazla hazırlık gerektireceği açıktır.

– NÜFUSUN YAŞLANMASI SORUNLAR YARATABİLİR

Nüfusun yaşlanması, yaşlılar için politika ve uygulamalarla sınırlı değildir. Aynı zamanda istihdam piyasasında da değişimlere yol açmakta, belirli sektörlerde iş gücü açığını beraberinde getirebilmektedir. Bu durum, göçmen ihtiyacını da gündeme getirmektedir. Mevcut yaşlanan nüfuslara sahip ülkeler, farklı sektörlerdeki ihtiyaçlar kapsamında göçmen politikaları geliştirmeye başlamıştır.

Ayrıca, yaşlanan nüfus aile ilişkilerini de etkileyebilir. Çocuk ve torun sayısındaki azalma, destek mekanizmalarının dönüşmesine ve yaşlıların yalnızlaşma riskinin artmasına neden olmaktadır. Bu bağlamda, demografik değişimlerin toplumsal, ekonomik, kültürel ve siyasi değişimleri de beraberinde getirdiği açıktır. Bu değişim süreçlerini yalnızca yaşlılar açısından değil, farklı toplumsal grupların ihtiyaç ve beklentileri açısından da ele almak önemlidir. Çocuk sahibi olan genç evli çiftler, büyük ebeveynlerinden daha az destek alırken, büyük ebeveynler de yalnızlık hissi ile daha fazla yüzleşebilir hale geliyor.

– TÜRKİYE DEMOGRAFİK DEĞİŞİM AÇISINDAN KAÇABİLİR Mİ?

Demografik değişimlerin etkilerini göz önünde bulundurulduğunda, Türkiye’nin bu kaderden kaçması oldukça zordur. Ancak, doğru politikalar geliştirildiği takdirde olumsuz etkilerin azaltılabileceği söylenebilir. Türkiye’nin mevcut durumda çocuk ve genç nüfus oranı önemli bir paya sahiptir ve bu durum 2040’lı yıllara kadar devam edecektir. Evliliğe ve çocuk sahibi olmaya yönelik desteklerin artırılması önem taşırken, başta “Aile Yılı” gibi politikaların geliştirilmesi farkındalık yaratma adına önemli adımlardır.

Öte yandan, mesele büyük bir çerçevede ele alınmazsa, yalnızca etkisi sınırlı politikalar ve uygulamalarla devam edilebilir. Aile dostu konutlara ve çevreye erişimin kısıtlı olduğu, yeşil alanların ve kamusal alanların bulunmadığı kentlerde çocuk sahibi olma ve yetiştirme olanakları sınırlı kalacaktır. Nüfusun büyükşehirlere ve metropollere kaydırılmasına yönelik politikalar sürdüğü sürece doğurganlığın artması beklenemez.

Aynı zamanda, iş yaşam dengesinin sağlanamadığı ve çalışma sürelerinin kısaltılmadığı bir istihdam ortamında hangi ekonomik olanaklar doğurganlığın artırılmasına katkıda bulunabilir? Eğitim ve istihdam fırsatları teşvik edilirken, bakım destekleri ve olanaklarının yeterince gelişmediği durumlarda ebeveynlerin çocuk sahibi olmaları zorlaşmaktadır. Kadın istihdamı arttırılırken, adil bir ücret ve kariyer fırsatlarının sunulmaması durumunda da doğurganlığın yükselmesi mümkün olmayabilir. Eğitim, çalışma ilişkileri, konut, sağlık, kentsel gelişim gibi alanlarda bütünsel politikalar geliştirilmezse sınırlı etki bırakacak uygulamalar devam edecektir. Bu nedenle, sistematik bir ilişkisellik ve bütünsellik geliştirilen politikalara duyulan ihtiyaç oldukça fazladır.

Dikkat edilmesi gereken hususlardan biri, tüketici kültürünün her alanda teşvik edildiği ve yeni medya ortamlarında sürekli olarak şekil aldığı bir gündelik yaşamda, aile ve çocuk sahibi olma anlayışlarının da sürekli değişim göstermesidir. Bu noktada bireylerin öncelikleri değişmekte; toplumsal statü, haz odaklı tüketim gibi unsurlar ailenin ve çocukların yerini alabilmektedir. Türkiye, hızlı bir modernleşme süreci içindedir. Bu durum, anlamların değişiminin sadece zihinsel bir dönüşüm değil, aynı zamanda pratiksellikte değişim yaratmakta olduğunu göstermektedir. Anneliğin, babalığın, çocukluğun ve yaşlılığın dönüşüm süreçlerini konuşmak ve bu konularda inanç değerleriyle beslenen pratikleri bir araya getirmek gün geçtikçe daha fazla önem kazanmaktadır. Bu, sadece nüfusun niceliksel olarak korunmasını değil, kuşaklar arası etkileşimi ve dayanışmanın güçlendirilmesini sağlayacak nitelikli bir gelişmeyi de mümkün kılabilir.

Bu yazıda kullanılan veriler aşağıdaki kaynaklardan alınmıştır:

TÜİK. (2023). Elderly Statistics, 2023. https://data.tuik.gov.tr/Bulten/Index?p=Istatistiklerle-Yaslilar-2023-53710

TÜİK. (2024). World Population Day, 2024. https://data.tuik.gov.tr/Bulten/Index?p=World-Population-Day-2024-53680&dil=2

United Nations (2024). World Population Prospects 2024: Summary of Results. UN DESA/POP/2024/TR/NO. 9. New York: United Nations.

World Population Review. (2024). Total Fertility Rate 2024. https://worldpopulationreview.com/country-rankings/total-fertility-rate

* Makalelerdeki fikirler yazarına aittir ve Anadolu Ajansının editoryal politikasını yansıtmayabilir.

Doğurganlık Oranı Dünyada Düşmeye Devam Ediyor
Yorum Yap
Bizi Takip Edin